Neler Hakkında Yazıyorum?

25 Ocak 2018 Perşembe

Sinema ve Ben - Mim

Merhabalar.
Yine bir mim yazısı ile karşınızdayım. Sevgili Öneri Makinesi'ne bu güzel sorular için teşekkür ederim. Sinema gerçekten çok sevdiğim ve günün birinde mutlaka içine girmek istediğim bir alan. Bu yüzden daha bir keyifle cevaplıyorum soruları.
Resmin üzerine tıklayarak ilgili siteye ulaşabilirsiniz.
1. Sinemada izlediğin ilk film?
Tam adını hatırlamasam da mutlaka bir animasyon filmidir. Ailece filme gitmeyi çok severiz. Bunun için de en güzel seçenek animasyonlar oluyor. Ancak dediğim gibi isim olarak hatırlamıyorum.

2. Film en güzel .................'de/da izlenir.
Film en güzel yatakta izlenir. Ya da sıcacık bir battaniye altında hafif uzanırken. Dikkatim çok çabuk dağılır ve film izlerken yalnız olmak isterim. Bunun içinde ev ortamı sessiz, sakin ve tamamen bana özel.

3.Filmi izlerken olmazsa olmazın var mı? Varsa neler?
Dediğim gibi sessiz bir ortam ve mümkünse yalnız olmak paha biçilemez bir seyir keyfi yaşatır bana. Yoksa aksi olan en ufak bir şey batar. Ve de filmi en başından izleyemiyorsam hiç içime sinmez. Film bittiğinde de yazıları çıkarken birkaç dakika daha durup bekler filmi kafamdan geçiririm. Sonda çalan müzikleri de seviyorum bu yüzden. Genelde filmin son duygusu üzerine çok açıklayıcı hisler uyandırıyorlar.

a)Tek başına mı, kalabalık mı?
Tabi ki tek başına.

b) Mısır mı, cips mi?
Dikkatim dağıldığı için hiçbir şey yemek istemem. Yenmesi de beni çok rahatsız eder. Öyle ki kendi çiğneme sesimden bile sinir basar. Maalesef bazı eften püften konularda aşırı takıntılıyım. Kötü bir huy ama n'aparsın herkeste bir iki tane var bunlardan. :)

c) İki boyutlu mu, üç boyutlu mu?
İki boyut. Gözlük takmak başımı ağrıtıyor ve açıkçası ben o gerçekçilik hissini hiç yaşamıyorum yani boşuna o gözlüğün verdiği rahatsızlığa katlanmış oluyorum. Ay yazarken bile burnumun kemer kısmı karıncalanıyor. :D

d)Avm sineması mı, sokak sineması mı?
Çok büyük bir kayıp bence ama hiç sokak sinemasına gitmedim. Ama avmlerden genel olarak hoşlanmadığım için bilmesem bile sokak sineması eminim daha güzeldir. (Ah aklıma geldi de pastane sinemasına gitmiştim belki o sokak sinemasından sayılır.)

e)Filmden önce filmin fragmanını izlemek mi, yorumlarını okumak mı?
Fragmanı da izlerim yorumları da okurum. Ama bunlar beni pek etkilemez izlemek istiyorsam herkes kötü de dese izlerim. Zaten genelde insanlardan farklı düşündüğüm için yorumları okumuş olmak spoi yemediysem pek etkili olmuyor.

Evet bir mim daha burada bitti. Daha öncekilerde hiç etiketleme yapmamıştım çünkü unutmuştum. :) Ama şimdi etiketlemek istiyorum.

Kitabın DNA'sı
Yürüyen Balık
Daha Mutlu Daha İyi Bir Hayat Mümkün

Tekrar bu güzel mim için teşekkür ederim. Umarım yapan herkes keyif alır.
Mutlulukla kalın.

21 Ocak 2018 Pazar

Merhamet Dizisi Hakkında

Merhabalar.
Siyah Beyaz Aşk dizisinin düzenli izleyicisi olduğumdan beri İbrahim Çelikkol’un da hayranı oldum. Öncesinde pek tanımazdım bu yüzden ben de araştırmaya başladım. Tam benim üniversite sınavına gireceğim senelerde Merhamet isimli bir dizi başlamıştı. Hatırladığım kadarıyla o zaman da çok izlemek istemiş ama sınav maratonu dolayısıyla izleyememiştim. Ferhat karakterinden tamamen farklı birini oynadığı için de hayatımda bir ilk yapıp bitmiş bir Türk dizisini izledim. Ha bir daha yapar mıyım? Hayır! Çünkü bölüm süreleri o kadar uzun ve konular öyle entrikaya müsait ki bir zaman sonra ‘ne olur bitsin artık’ diyorsunuz. 
Dizi Hande Altaylı'nın Kahperengi adlı kitabından uyarlanmıştır. Konusu şöyle; Narin (Özgü Namal) çok zor şartlarda okumayı başarmış ve başarılı bir avukat olmuştur. Bir gece en yakın arkadaşı Deniz’in (Burçin Terzioğlu)  evinde verdiği partide ilk ve tek aşkı Fırat’ı (İbrahim Çelikkol) görür. Deniz’in kardeşi Irmak’ın (Yasemin Allen) sevgilisi olarak karşısına çıkan Fırat ile beraber yıllardır kaçıp saklandığı geçmişini düşünmeye ve arkasında bıraktığı ailesini merak etmeye başlar. Kitaptan farklı olarak Narin’in peşinde Yaslıhan’daki kasaba günlerinden ona takıntılı olan bir mafya babası vardır. Sermet Karayel (Mustafa üstündağ).
Öncelikle dizi ile ilgili söyleyeceklerime dönelim. Dizi çok kaliteliydi. Özellikle ilk sezon şahane idi. Bir kitaptan uyarlama olduğu için hemen gidip kitabı alıp okudum. Onunla ilgili de en kısa zamanda bir yazı yazacağım. İkinci sezonda ise kitapla alakalı bir yer kalmadığı için daha bağımsız bir senaryo ilerledi. Ancak karakterlerin üniversite yılları yine kitaptaki gibiydi. Karakterlerin hepsine bayıldım. Zaten hemen hepsinde de psikolojik olarak sorunlar vardı bana göre. Ben bu tür karakterleri daha bir severim. Sermet karakterine en başından beri hayranım. Hele beşinci bölümde yemek sofrasında yaptığı çıkış beni benden alıyor. Oyuncular dizide hem günümüzü hem de on üç yıl öncesini canlandırıyorlar. Ve hepsi harika iş çıkarmışlar. Narin ve Fırat’ın toyluğu, Sermet’in iş bilmez, serseri halleri çok iyi yansıtılmış.
Dizide belli sahneler var ki içime işledi. Biri yukarıda belirttiğim gibi beşinci bölümde. Diğeri Fırat ve Narin’in ilk karşılaşmaları. Orada çalan o saniyelik müzik sanki beynimin içine kazındı. Öyle güzeldi. Bir de ilk öpücük. o kadar doğal geldi ki gözüme. Narin'in utanmaları Fırat'ın havalı tavırları altında yatan o sevgi. Ve diğer bir sahne de otuz ikinci bölümde Fırat’ın Narin ile görüşebilmek için kapısında ağlama sahnesi. İbrahim Çelikkol’un oyunculuğunu Siyah Beyaz Aşk’da beğenmiştim ama Merhamet’te daha da beğendiğimi söylemeliyim. Dizinin beni müthiş heyecanlandıran sahneleri ise Sermet ve Deniz’in sahneleriydi şüphesiz. Tamamen zıt iki insanın aşk yaşamaya çabalamalarını ve birbirinden tatlı repliklerini bayılarak izledim. Sermet’in fedaisi Ali’yle olan ilişkileri de sanki iki sevgiliyi izliyormuşum hissi uyandırdı. Hele sürekli Ali’nin trip atması, telefonu açmadığında Sermet’in bozulmaları falan çok keyifliydi.
Sonu ise hiç mi hiç olmamıştı. Zaten Türk dizi mantığına göre karakterler bir gün olsun gün yüzü görmediler. Herkes birbirinin kuyusunu kazdı durdu. Ee mağlum mafyamızda var silahlar, tehditler gırla. Bari finalde mutlu son olsun istedim ama maalesef. Bir de bana öyle geliyor ki dizi ekibi de final yapılacağını bilmiyordu. Çünkü pek çok konuk oyuncu girmişti diziye. Tam da entrika çevrilecek noktadaydılar. Bir beş bölüm daha ortalık karıştırıldı. Ama son bölüm ne olduysa saçma bir aksiyon sahnesi ile Narin ve Deniz öldü, önceki bölümlerde kardeş olduklarını öğrendiğimiz Fırat ve Sermet ise öylece arkada kaldılar. Hem de Narin’le Fırat’ın iki aylık ikizleriyle.
Yine karakterler ölebilirdi. Zaten o kızların çilesi ancak ölünce biterdi ya neyse, daha bir özenli çatışma sahnesi, bol kan, gözyaşı olsa, acıtasyonu zirveye çıkarsa daha iyi olurmuş. Yine de bu finali kabullenirsem biraz Sermet ve Fırat’a ceza olduğunu da düşünüyorum. Çünkü Fırat zamanında Sermet’in tehditleri yüzünden Narin’i terk edip gitmişti. Sermet ise kendi eliyle canını yaktığı adamlar yüzünden canından çok sevdiği karısını kaybetti. Son dört bölüm hariç her saniyesi izlenebilir bir diziydi. İlk sezon ise süper ötesiydi. Bir de finalin son sahnesi Deniz ve Narin’in deniz kenarında konuşmaları çok dokunaklıydı.
Merak ettiğim bir diziyi de böylece öğrenmiş oldum. Hem tembelliğin tadını çıkardım hem de çok güzel dizi müzikleri, yeni bir kitap, düşündükçe gülümseyeceğim aşk hikayeleri kazandım.
Aradan yıllar geçmiş niye yazıyorumuna gelecek olursak da, sevdim. Ben sevdiysem yazarım. O yüzden de yazdım. Okumak isteyen buyursun, yok istemeyen de kitap yorumunu beklesin. :)
Mutlulukla kalın.

13 Ocak 2018 Cumartesi

Emma - Jane Austen 'Okur Yorumu'

Merhabalar.
Sınavlar bitti, derslerden geçildi, tatil başladı. Pek tatil gibi geçmese de hafifletilmiş okul dönemi denilebilir benim için. Finallere çalışırken okuduğum bir kitabı tanıtmaya geldim sizlere.
Jane Austen artık herkesin bildiği bir yazar oldu. En meşhur kitabı Aşk ve Gurur olsa da yazar en çok Emma kitabını severmiş. Bence bunda yazarlık yeteneklerinin en iyi gösterildiği kitabın bu olmasının da etkisi büyük.
Emma'nın konusuna gelirsek; Harfield kasabasında yaşayan her yönden pek çok rahatlığa sahip bir hayat yaşayan Emma'nın olgunlaşma süreci diyebiliriz. Öncelikle Emma'nın kişilik özelliklerinden başlayalım. Küçük bir yerde, sayılı zengin ailelerden birinin kızı olması bile onun belli bir kibre sahip olduğunu bize anlatabilir. Ama neyse ki bu kibir sosyete kurallarında hoş hatta gerekli sayılabilecek bir seviyededir. Annesini erken yaşta kaybetmiş, ablası ve fazla evhamlı babası ile bir başına kalmış kızımız dadısı tarafından çok iyi yetiştirilse de çevrenin onu her şeyde çok iyi bulup pohpohlaması ile öz güveni yüksek biri olmuştur. Kitabın başlamasıyla Emma'nın dadısının evlendiğini öğreniriz. Hatta Emma bu yakınlaşmayı önceden sezdiği için önsezilerinin çok iyi olduğunu iddia eder. Ve kitap boyunca bu özelliğini kullanarak doğru-yanlış vardığı sonuçları okuruz.
Emma özünde çok aklı başında ve akıllı bir kızdır. Ancak her şeyden hemen sıkılması ve kendini geliştirmeye gerek duymaması aile dostları Mr. Knightly'yi rahatsız eder. Hatta hemen her konuda ona yanlışı söyleyen yegane insandır.
Çöpçatanlık hevesi kitap boyunca pek çok kalbi kırsa da birazcık Mr. Knightly'nin yol göstermesi ile de hatasını anlar ve kabul eder. Bu da onun sevilebilir yanlarından biridir.
Ben kitabı okumadan önce bazı sürprizleri bildiğim için şok etkisi yaratmadı ama bilmeyen biri için çok şaşırtıcı kısımlar olduğunu söylemeliyim.
Tabii Jane Austen klasiği olarak sonunda herkes mutlu ve evli olacaktır. Merak ediyorum yazar kitapları şimdi yazsa hala karakterleri evliliğe sürükler miydi? :D
Severek okuduğum -olayları bilsem bile- eğlendiğim bir kitap oldu Emma. İlgilenenler tereddüt etmesinler.
Mutlulukla kalın.